Justice Hunter
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Justice Hunter


 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Evelyn

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Evelyn Black
Eternal Flame
Eternal Flame



Mesaj Sayısı : 7
Kayıt tarihi : 31/05/10

Evelyn Empty
MesajKonu: Evelyn   Evelyn EmptyPtsi Mayıs 31, 2010 5:58 pm

Sokak lambasının perdelerden süzülen ışığı, odayı aydınlatan tek şeydi.
Sade döşenmiş bir odaydı bu; duvarları beyazdı, yerlerse hardal renginde halıyla kaplıydı. Odada sadece iki adet tekli koltuk ve bir sehpa vardı, sehpanın üzerindeki abajur sönüktü.
Odada iki tane kadın vardı bir de; koltuklara oturmuşlardı, biri öne eğilmiş, başını ellerinin arasına almıştı ve isterik bir şekilde hıçkırıyordu. Öteki kadın ise rahattı; bacak bacak üstüne almış; arada bir elindeki kadehten kırmızı sıvıyı yudumluyor, arada bir gözlerini karşısındaki kadına çevirse de pek umursuyormuş gibi görünmüyordu.
Hıçkırıklar devam etti; bir dakika, beş dakika ve onuncu dakikada kadın nihayet isyan etti.
“Yeter. Başımı ağrıtıyorsun.”
“Başın umurumda mı sanıyorsun pis fahişe!” dedi diğeri, hıçkırıklar arasında. “Beni anladığını mı sanıyorsun? Çektiğim acının miktarı konusunda en ufak bir fikrin yok!” Hıçkırıklarının arasında kahkahalar duyuluyordu artık. “Tabii, neden umursayasın ki? Bütün bunların sebebi sensin. Bahse girerim şu an zevkten dört köşesindir.”
Kadın kadehini sehpaya bırakıp abajuru yaktı.
Turuncumsu kızıl saçları kibar bir topuz yapılmış, fildişi bir tarakla tutturulmuştu. Üzerinde siyah, bol bir cüppe vardı, boynundansa deri ipe takılı mor bir ‘şey’ sarkıyordu. Tuhaftı; bir kez baktığınızda gözünüzü alamıyordunuz. Sanki cam bir küreye yerleştirilmiş mor bir sıvıydı, akıyor, parlıyor, bazen ton değiştiriyordu.
Bardağı alıp bir yudum daha aldı; kırmızı sıvı dudağının kenarından sızdı.
“İğrençsin Beatrice!” dedi diğer kadın, tiksintiyle. Kalkıp odada dolaşmaya başladı. Gözleri kan çanağı gibiydi, bakımsız saçlarıysa bir lastikle toplanmıştı. Androjen bir kadındı; güçlü çene hatlarına ve ince dudaklara sahipti.
Beatrice’in yegâne tepkisi, “Ağlama seansı bittiyse işimize dönebilir miyiz?” demek oldu. Sesi yumuşak, ama ısrarlıydı.
Kadın gözlerini devirdi.
Beatrice bardakta kalan sıvıyı bir dikişte bitirdikten sonra konuşmaya başladı: “Beni suçlamakla hata ediyorsun, Riley. Kız kardeşini öldüren ben değildim. Dedim ya, onu ölü buldum.”
“Ama kanını içiyorsun!” Riley öfkeyle bağırdı, sesi odada yankılandı.
“İsraf etmek istemedim.” Riley, yüzünde öfkeli bir ifadeyle Beatrice’e döndü ve ona tokat atmaya yeltendi ama Beatrice hızlıydı, Riley’İn kolunu tutup büktü. Riley acıyla bağırdı.
“Kiminle konuştuğunu sakın unutma Riley.” Beatrice’in sesi artık yumuşak değildi. “Biraz saygı göstermenin zamanı geldi ve eğer gereken saygıyı alamazsam senin için kötü olur.”
Riley cevap vermedi. Beatrice onu bırakıp odada dolaşmaya başladı.
“Kendini topla. Sen bir Avcı’sın. Görevini yapman gerek.”
“Sen de lanet olası bir vampirsin ve bu seni benden iyi yapmıyor.” İç çekip başını iki yana salladı. “Seni ilk gördüğüm gün öldürmem gerekirdi.” Kolyeye bakmamaya çalışarak Beatrice’i süzdü.
“Vampir olabilirim; ama şu an aynı saftayız ve bu bence ikimizi de aynı ölçüde iyi yapar.”
“O halde bir Ortaçağ büyüsüymüş gibi görünmeni sağlayan şu cüppeyi çıkarıp üzerine 21. yüzyılda giyilen kıyafetlerden bul da gidip ne avlayacaksak avlayalım.” Riley öfkeyle duvara yumruk attı. “İşim bittiği an seni kesinlikle öldüreceğim.”
“Denemekten zarar gelmez, ya da gelir mi?” Beatrice cüppeyi üzerinden attı. Şimdi kırmızı, dekolte bir bluz ve siyah kumaş pantolonlaydı. “Zaten bir Ortaçağ büyücüsüyüm, ama bu çağa ayak uyduramayacağım anlamına gelmez. Ee, gidiyor muyuz?”
Riley kapıyı bir hışım açıp çıktı.

Sheriff, şehir merkezinde bulunan bir bardı.
Burası her zaman kalabalık olurdu. Her tür şeyi bulmak mümkündü; her tür uyuşturucu ve kimyasal, silahlar, zehirler, büyülü olduğu iddia edilen eşyalar ve binlerce ‘snuff’* video. Sheriff tam bir pislik yuvasıydı. Buraya elinizi kolunuzu sallayarak giremezdiniz; mutlaka içerden bir tanıdığınız olmalıydı. Girmeyi başaran birkaç kişi burasını en yakın karakola şikâyet etmiş, ama şikâyetlerini daha ciddi bir kuruma yapamadan hayatlarını kaybetmişlerdi.
Riley buraya daha önce bir veya iki kez girmek zorunda kalmış ve her defasında kendisinden tiksinmişti. Şimdi, yanında Beatrice ile bir kez daha girmek zorundaydı bu b*k çukuruna. Beatrice’e döndü. “Sakın ağzını açayım deme.”
Sheriff’in kapısında durdular, kapıdaki yuvarlak pencerede bir kafa göründü.
“Kimsin?”
“Mick Jagger,” * diye cevapladı Riley, bu duyulabilecek en saçma parolaydı ama içeri girmenin tek yolunun buydu. Beatrice’in bakışlarını üzerinde hissetti ama gözlerini pencereden ayırmadı.
Kapı açıldı ve baştan aşağıya siyah giyimli bir adam onları içeriye aldı.
Burası giriş odasıydı, küçük bir yerdi. Sheriff’e alınmadan önce burada üstünüz aranır, gerekli görülen şeyler alınırdı. Adam önce Riley’in, sonra Beatrice’in üstünü profesyonelce aradı, daha sonra kapıyı açtı.
“İyi eğlenceler.”
“Ne eğlence ama,” diye mırıldandı Riley, sadece kendisinin duyabileceği bir sesle ve içeri adım attı.
Bir bardan ziyade alışveriş merkezine benziyordu burası, ama satılan şeyler o kadar masum değildi. Riley ileride, bizzat bir polis tarafından satılan cop ve kelepçeleri gördü. Onun yanında, ucube tipli bir adamın açtığı CD tezgâhı duruyordu. Riley adamın arkasındaki duvarda asılı olan postere baktı ve midesinin bulandığını hissetti, alelacele başını çevirip gözlerini yere odaklayarak yürümeye devam etti.
Bir başka kapının önüne geldiler. Bunun önünde iki adet siyahlı adam vardı, onların geldiğini görünce hemen ayağa kalkıp kapının önüne geçtiler.
“Def olun,” dedi zenci olan.
“Biraz terbiye öğren,” dedi Riley ve adam elini kemerine uzatıp bir silah çıkardı.
“Hey, yavaş ol pislik.” Riley iki adım geriledi. “Mick’i görmek için buradayız. Beni tanıyor. Cebimden verdiği kartı çıkaracağım şimdi,” dedi ve elini yavaşça cebine sokup bir kart çıkardı ve adamlara verdi.
“O?” dedi diğer adam, Beatrice’i işaret ederek.
“Benimle,” dedi Riley kısaca. Adamların üstlerini aramasına izin verdiler. Zenci adam kapıyı tıklatıp içeriye girdi, içeridekiyle bir iki kelime konuştuktan sonra “Geçin,” dedi. Riley ve Beatrice geçtikten sonra kapıyı alelacele kapadı.
Burası lüks bir odaydı; odanın köşelerinde geniş yapraklı bitkiler vardı. Duvarlar beyaza boyalıydı, yer yer altın rengi çiçek figürleri göze çarpıyordu. Odada iki koltuk, bir çalışma masası ve bir de döner koltuk vardı. Koltuk arkaya dönüktü.
“Riley, Riley, Riley.” Koltuk yavaşça onlara doğru döndü ve Riley midesinin bulandığını hissetti. Mick’i (Gerçek adı Mick değildi elbette, böylelerinin her zaman bir sahte adı olurdu) gördüğünde hep böyle olurdu. Adamın vücudu dövmelerle kaplıydı; beline, boynuna, kollarına dolanan binlerce yılan vardı. Sadece gözlerinde dövme yoktu, ama onların yerine de sarı lensler takardı. Riley buraya her gelişinde, bu adamın böyle bir mekânı yönetme kabiliyetine sahip olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu; ona göre bu adam bir sirkte ucube olarak çalışmalı ve saat başına otuz dolarla geçinmeliydi. Ama bunları asla ona söylemezdi tabii. Cesaret isterdi, sonrasında yaşayıp yaşamayacağınız belli değildi çünkü.
“Mick, tam bir klişesin,” dedi onun yerine.
“Teşekkür ederim leydim,” dedi Mick ve şapkasını çıkarır gibi yapıp eğildi. Kel kafasındaki kobra başıyla burun buruna geldiler. “Barıma neden bir adet vampir getirdiğini sorabilir miyim?”
Riley buz kesti. Şimdi hapı yutmuşlardı. Mick’in, Beatrice’in bir vampir olduğunu anlamayacağını nasıl düşünebilmişti?!
“Kısa bir süreliğine aynı takımdayız,” diye açıkladı Beatrice sakince, ama Riley onun gerginliğini hissedebiliyordu.
“Açıkla,” dedi Mick, gözlerini Beatrice’den ayırmadan.
“Jorge ve çetesi şehirde.” Beatrice başını kaldırıp adama tepeden baktı. “Beş yıl önce içlerinden ikisini temizlemiştim. Bir süre şehirden ayrılamam, mümkünse nedeni bende kalsın. Jorge kanıma susamış şekilde beni arıyor, ama çetenin tümüyle tek başıma savaşamam. Bu yüzden Riley’in yanına geldim. Bizim…” Yan yan Riley’e bakıp sırıttı. “Bir geçmişimiz oldu diyelim.”
“Çakal Riley.” Mick sırıttı. “Yatağa atmak için bir vampirden daha iyisini bulamadın mı?”
“Kapa çeneni Mick.” Riley gözlerini devirdi, yorum yapmaktan özellikle kaçınmıştı. “Neyse. Yardım edecek misin?”
“Ne istiyorsunuz?”
“Silah ve adam,” dedi Riley. “Sana verecek kadar param yok,” diye ekledi dürüstçe, “ama Beatrice sana ödeme yapabileceğini söyledi, eğer ne demek istediğimi anladıysan…” diye ekledi imalı imalı.
“Anlıyorum,” dedi Mick, Beatrice’in oldukça derin dekoltesine kısa bir bakış fırlatarak. “Ama ne paraya, ne de yatacak birine ihtiyacım var. Başka bir öneriniz var mı?”
Riley bocaladı. Bu ikisi de işe yaramadıysa, hiçbir şey yaramazdı. Kıçını dönüp gitmesi gerekiyordu ama Jorge’u kendi başına alt edemezdi, onu öldürmemeyi ile düşünemezdi bile çünkü o piç Melody’i, kız kardeşini öldürmüştü. Melody, Riley’in hayatındaki en değerli şeydi.
İntikam alması gerekiyordu.
“Kolyem ilgini çeker mi?” Beatrice boynundan sallanmakta olan kolyeyi işaret etti. Mick, ilgilendiğini belirten bir ses çıkardı.
“Özelliği nedir?”
“Şans getirir,” diye yanıtladı Beatrice, basitçe.
Riley şaşkınlık içindeydi. Bir büyücü için kolyesi her şeydi, psişik güçlerini arttırırdı. Her kolyenin belli bir özelliği vardı ve bu kolyeler Dünya’da az bulunurdu. Hele şans sağlayan bir kolye, kesinlikle az bulunurdu. Beatrice kolyesini bir çırpıda feda edebiliyorsa, kesinlikle başı belada demekti.
“Kanıtla,” diye buyurdu Mick.
Beatrice cebinden bir bozukluk çıkardı. “Farz-ı misal, on bin dolarına bahse girdiğimizi düşünelim. Yazı mı, tura mı?”
“Yazı.”
Beatrice havaya attı, çevik bir hareketle düşmeden yakaladı ve avcunu açtı. “Tura. Ve bunu istediğin kadar yapabiliriz, ama sonucu değiştirmeyecektir.”
Mick elini çenesine dayayıp düşünmeye başladı.
“Tam olarak neye ihtiyacınız var?”
“Üç kişi. Toplam beş olacağız. Çetede de beş kişi var. Ayrıca silahlara ve gümüş kurşunlara ihtiyacımız olacak, ama hiç birinin geri dönebileceğini garanti edemem.” Bu kez Riley cevaplamıştı. “Ama iyi askerlere ihtiyacım olacak.”
Mick tekrar düşüncelere daldı.
“Lanet olsun.” İç çekti. “Tamam.”
Masanın üzerindeki bir düğmeye bastı. Kapı açıldı ve üstlerini arayan iki adam içeri girdi.
“Althea, Belial ve Brahma’yı çağırın,” dedi Mick.
Adamlar çıktıktan sonra, Mick Riley’e döndü. “Onları geri getirmek için elinizden geleni yapın.” Eliyle koltukları işaret etti nihayet. Ayakları ağrıyan Riley, bu tuhaf adama minnet duyarak oturdu. Beatrice de aynı şeyi yaptı.
Sessizlikle geçen beş dakikanın sonunda, içeriye üç kişi girdi ve Riley bakakaldı.
Giren ilk kişi, bir kadındı. Rastalı pembe saçları, buz mavisi gözleri ve esmer bir teni vardı. Üzerine deri yeleğin bir sürü cebi vardı ve hepsinin de dolu olduğu anlaşılabiliyordu.
Ardından siyah tenli bir adam girdi. Kahverengi değil, siyahtı. Simsiyah. Gözleri kahverengi ve turuncu arasında bir renkti. Üstü çıplaktı, altında da siyah bir pantolon vardı, belinden onlarca zincir sarkıyordu.
Son girenin görünüşü ise nispeten normaldi Siyah saçları, çekik yeşil gözleri vardı ve soluk tenliydi, ama onun da kıyafetleri tuhaftı; beyaz pantolonunun paçaları dardı, üzerindeyse altın rengi düğmeleri olan beyaz bir ceket vardı. Riley, adamı Alâeddin’in cininin Japon versiyonuna benzetti. Gülmemek için dudaklarını ısırmak zorunda kaldı.
“Hoş geldiniz çocuklarım,” diye selamladı onları Mick.
Üçü birlikte hafifçe eğilip selam verdiler.
“Bunlar Riley ve Beatrice,” dedi Mick ‘çocuklarına’ bakarak. Sonra Riley’e döndü.
“Bu, Althea.” Pembe saçlı kız el sallayıp gülümsedi.
“Belial.” Siyah tenli adam başıyla selam vermekle yetindi.
“Ve Brahma.”
“Brahma, ‘dua’ demektir,” diye açıkladı beyazlar giymiş adam ve yerlere kadar eğilerek selam verdi. Hangi katil ‘dua’ anlamına gelen bir isim kullanır ki?!
“Bizden ne istiyorsun, Mick?” Althea söylemişti bunları.
“Riley ve Beatrice’e yardım etmeniz gerekiyor,” diye açıkladı Mick. Belial’in burun kıvırması üzerine, “Sizi göndermezdim, ama önerdikleri gerçekten baştan çıkarıcıydı,” diye ekledi yan gözle Beatrice’e bakarak.
Beatrice ayağa kalktı, üzgün görünüyordu. Kolyesini boynundan çıkarıp öptü, sonra Mick’e uzattı.
“Kimi öldüreceğiz?”
“Jorge ve çetesi,” diye yanıtladı Mick.
Althea ellerini cebine soktu, Belial dişlerini tıkırdattı. Brahma ise kaşlarını kaldırıp gözlerini kapadı ve öyle bir güldü ki, ağzı neredeyse kulaklarına kadar vardı.
“Ne gerekiyorsa alın,” dedi Mick, başıyla kapıyı işaret ederek. “Benim ödeyeceğimi söyleyin.”
Ayağa kalktılar.
“Tekrar görüşmek umuduyla.” Mick te ayağa kalktı. “Ki kolyemin bunu yakında sağlayacağını düşünüyorum.” Kalkıp bizzat kapıyı açtı ve onları kapıdan çıkardı.

*Mick Jagger: Rolling Stones’un vokali.
*Snuff: Yetişkinlere yönelik bir film türü, ama bunun diğerlerinden farkı, sonunda kadının vahşice öldürülmesi. Çeşitli kitaplarda bahsediliyor, ama gerçek olduğuna dair bir kanıt yok.
[/color]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Charity
Eternal Flame
Eternal Flame
Charity


Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 27/05/10

Evelyn Empty
MesajKonu: Geri: Evelyn   Evelyn EmptyPtsi Mayıs 31, 2010 6:00 pm

92
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Evelyn
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Evelyn

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Justice Hunter :: Oyun'a Hazırlık :: Rp :: Rp Puanlama-
Buraya geçin: